Pages

16 Aralık 2010 Perşembe

Stephen Hawking


8 Ocak 1942

Yaşayan en büyük bilim adamı olarak sayılan Hawking bir fizikçi ve kozmolog olmasının yayında çok iyi birde matematikçidir. Oxford Üniversitesinin kolejini bitirdikten sonra Cambridge'e gitti. 1979 yılında Newton gibi Lucasian profesörü oldu. 

21 yaşındayken tedavisi olmayan Amyotrofik lateral skleroz(ALS) hastalığına yakalandı. Motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking'i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm etti. 1985 yılında sesinide kaybetti.

Hawking'in en önemli ünlü kitabı “Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere”dır. Bu kitapta Einstein'ın anlattığı gibi zamanın göreceliği olduğunu da detaylı olarak anlatmıştır.

Einstein'ın meşhur ışık hızında yolculuk yapan ikiz kardeşler örneğine benzer bir örnekte Hawking vermiştir:

"Görelilik kuramı mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz yüzeyinde. İlk ikiz (yani dağın tepesinde yaşayan) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır." (Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.54)

Zaman Hakkındaki Diğer Paylaşımlarımız:

Zaman Yaratılmıştır! Peki Ama Nasıl?

Kuantum Fiziği İle Gelen Yeni Zaman Kavramı
http://www.facebook.com/video/video.php?v=136031803119510

Zaman Nedir -1-

Zaman Nedir -2-

Zaman Nedir -3-

1 Ekim 2010 Cuma

Amit Goswami


Dr.Goswami nükleer fizik konusunda uzmanlaştıktan sonra 32 sene boyunca Oregon Üniversitesi’nde fizik eğitimi vermiştir. Halen Amerika ve Brezilya’da çeşitli kurumlarda eğitim veriyor.
Kuantum mekaniği hakkında bir ders kitabı yazan Goswami’nin diğer kitaplarından bazıları “The Self-Aware Universe”, ”Quantum Creativity”, “Physics of the Soul” ve “The Visionary Window”.

Amit Goswami'nin konuyu anlatan çok çarpıcı bir açıklaması varıdır:

Şunu sorduğumuzu varsayalım: Yukarıya bakmadığımızda da Ay hala yerinde midir? Ay, sonuçta bir kuantum objesi olduğu için (tamamen kuantum objelerinden oluştuğu için), fizikçi David Mermin'in de belirttiği gibi buna hayır demeliyiz.

Belki de en önemli ve çocukluğumuzda özümsediğimiz en sinsi zan, dışarıda var olan objelerin maddesel dünyasının, gözlemleyenlerin oluşturduğu objelerden bağımsız olduğudur. Bu zannın lehinde dolaylı kanıtlar bulunmaktadır.

Örneğin biz Ay'a baktığımızda, onun klasik olarak hesaplanmış yörüngesinde olmasını beklediğimiz yerde buluruz. Doğal olarak, biz ona bakmasak bile,
zaman-mekan kavramı içinde Ay'ın mutlaka orada olduğunu zihnimizde tasarlarız. Kuantum fiziği ise buna hayır der. Biz Ay'a bakmadığımızda, her ne kadar çok küçük miktarlarda da olsa, Ay'ın olası dalgaları yayılır. Biz ona baktığımızda, dalga hemen söner ve dalga artık zaman mekan kavramı içinde olmaz.

İdealist bir metafizik varsayımı belirtmek daha anlaşılır olacaktır: Eğer ona bakan bilinçli bir kişi bulunmuyorsa, zaman mekan kavramı içinde hiçbir obje yoktur.
( Amit Goswami, The Self-Aware Universe "How Consciousness Creates the Material World", Tarcher / Penguin Books, 1995, s. 59-60 )

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Heinz Rudolf Pagels


19 Şubat 1939 - 23 Temmuz 1988

Amerikali Fizikçi Heinz Rudolf Pagels Rockefeller Üniversitesinde yardımcı profesördür. Pagels aynı zamanda New York Bilimler Akademisi'nde Genel Müdür olarak görev aldı.

Heinz Pagels Kuantum Fiziğinin "madde gözlemlendiğinde vardır, gözlemlenmediğinde ise yoktur" prensibini kanıtlarıyla öğrendiğinde yaşadıklarını ve bir çok bilim adamı ve insan gibi bunu kabullenmekte zorlandığını Kozmik Kod(1982) adlı kitabında şöyle anlatıyor:

"Kuantum kuramının soyut matematiğinin gerçekte ne dediğini kavradığım zaman, dünya gerçekten çok tuhaf bir yer oldu. Rahatsız oldum."

"İçimizdeki bir şey kuantum kuramını anlamak istemez. Zekamızla onu kabul ederiz, çünkü matematiksel olarak tutarlıdır ve deney sonuçlarıyla uygundur. Yine de zihnimiz huzursuzdur. Fizikçiler ve başka insanların kuantum kuramını anlamakta güçlük çekişleri bana, çocukların henüz anlamadıkları bir kavramla karşılaştıkları zamanki yanıtlarını hatırlatıyor. Psikolog Jean Piaget, bu olayı çocuklarda incelemiştir. Belli yaştaki bir çocuğa, her biri farklı şekle sahip, aynı düzeyde bir sıvı ile doldurulmuş saydam kaplar gösterilirse, çocuk tüm kaplarda aynı miktarda sıvı olduğunu düşünür. Çocuk henüz, sıvı miktarını yalnız yükseklikle değil, hacimle de ilgili olduğunu anlamaz. çocuğa problemi doğru görmenin yolu açıklanırsa, çocuk genellikle bunu anlar, fakat hemen eski düşünme şekline döner. Ancak belli bir yaştan sonra, altı veya yedi yaş civarında, çocuk miktar ile hacim arasındaki ilişkiyi anlamaya başlar. Kuantum kuramını anlamaya başlayış buna benzer. Onu anladığınızı düşünmeniz ve zihninizde kuantum gerçekliğinin bir resmi oluşmasından sonra, tıpkı Piaget’ın deneyindeki gibi, hemen eski, klasik düşünme tarzına dönersiniz."

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Karl H. Pribram



25 Şubat 1919 Avusturya - 

Stanford Üniversitesi ve Radford Üniversitesi'nde psikoloji ve psikiyatri profesörü olan Pribram aynı zamanda Georgetown Üniversitesi'nde de profesördür.

Karl Pribram bilim ve felsefe dünyasında, algıyı hissedenin kim olduğu ile ilgili çok önemli arayışa şöyle dikkat çekmiştir:

"Yunanlılardan beri, filozoflar "makinenin içindeki hayalet", "küçük insanın içindeki küçük insan", vb. üzerine düşünüp durmuşlardı. "Ben" -yani beyni kullanan varlık- nerededir? Asıl bilmeyi gerçekleştiren kim? Assisi'li Aziz Francis'in de söylemiş olduğu gibi: "Aradığımız şey bakanın ne olduğudur.""

Ayrıca Karl Pribram yaptığı araştırmalar sonucunda beynin Holografik olarak çalıştığını bularak “eğer beyinlerimizdeki gerçeklik görüntüsü aslında bir görüntü değil de bir hologramsa bu neyin hologramıydı? Hakiki gerçeklik nedir? Gözlemci tarafından gözlenen ve görünüşe göre olan nesnel dünya mı,yoksa plaka / beyin tarafından kayıtlanan girişim desenleri mi?” sorusuna nesnel gerçekliğin (kahve fincanları,dağ manzaraları,sandalye masa…vb) belki de gerçekte var olmayan tınlayan engin dalga boyları senfonisinin ancak bizim duyularımıza ulaştıktan sonra bildiğimiz dünyaya dönüşen bir frekanslar ülkesi şeklinde var olduğu biçiminde cevaplandırdı. Yani beyin Karl Pribram'a göre, holografik bir evrenin içerdiği bir hologramdır.

6 Nisan 2010 Salı

David Bohm


20 Aralık 1917- 27 Ekim 1992

Amerikalı David Bohm, bir kuantum fizikçisi ve düşünürdür.

Teorik fizikçi Robert Oppenheimer ile birlikte çalışmak için California Institute of Technology ve ardından University of California'da bulunmuştur. 

Sonraları Albert Einstein ile birlikte çalışan Bohm, nöropsikoloji alanında, kuantum-matematik ilkeleriyle ve dalga süreçleriyle uyumlu olarak, beynin bir hologram gibi işlediğini açıklayan ''hologramik modeli'' ortaya koymuştur.

Ayrıca atom altı parçacıklarla ilgili araştırmaları neticesinde de Evren'in dev bir hologram olduğu sonucuna varmıştır. Bohm'un en önemli saptamalarından biri, günlük yaşantımızın gerçekte bir holografik görüntü olduğudur. Evren, sonsuz ve sınırsız ''tek'' bir holografik yapıdır.

30 Mart 2010 Salı

Dr. Fred Alan Wolf İstanbul'da


Doktor Kuantum olarak da bilinen fizikçi Fred Alan Wolf, 2007 Eylül ayında İstanbul’daki iki günlük konferansında, kuantum fiziğin bakış açısından yaşamı ele aldı. Gerçek olarak kabul ettiğimiz kavramları kuantum fiziğinin gözünden deneyler ile irdeledi. Değindiği konulardan en önemlisi ise yaşamımızın gerçekliği ve algılarımızdı. Bu konuda sarf ettiği dikkat çekici sözlerinden birisi şöyledir:


“Yaşam bir illüzyon, şekil alma arayışımızın bir oluşumu. Yaşadığımızın bir film, bir oyun olduğunu fark edebilirsek, bu yaşam olarak adlandırdığımız şeyin ne olduğunu kavrayabilirsek, bu yaşamdaki karşımıza çıkan karakterleri bu şekilde görebilirsek, ardındaki gerçek anlama ulaşma şansına kavuşuruz.”

Hayatımızın algılardan ibaret olduğu, kuantum fizikçileri tarafından ittifakla kabul edilen bir gerçektir; ancak bu gerçeğin farkına varabilmek için ön yargılarımızdan kurtulmak, değişime açık olup sorgulamak şarttır. İşte Alan Wolf’da bu konu hakkında şunları söylüyor:

“Değişmeye açık olun. Yaşamın akışında özümüzün esasında nerede olduğunu sorgulamakta fayda var: “Kimim?”, “Benim varlığım nerede?”, “Ben neyim?””

Maddenin varolduğunu düşünen insanlarda dış dünyayı beyinlerinin içinde algılarlar. Beynin dışına hiçbir zaman çıkamayacaklarına göre Wolf'un yukarda sorduğu “Benim varlığım nerede?”, “Ben neyim?” sorularına da hiçbir zaman cevap veremezler. Madde denen şey nasıl bir şeydir? Nerededir? Maddenin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmeden, mekanın varlığını nasıl açıklayacaklar?

İşte tüm bunları anlayabilmek için Wolf'un insanlara anlattığı yöntem;
“Bazen yeni bilgilere yeni kavramlara açılabilmek için, eski bilgileri eski kavramları bir süre bir yana bırakmak gerekir. Kuantum fiziği de sizden bunu ister.”

25 Mart 2010 Perşembe

Platon'un Meşhur Mağara Örneği


Platon’a göre iki evren var olduğunu daha öncede belirtmiştik. Birincisi; duyumlanabilen varlık evreni, diğeri ise akıl ve düşünme yoluyla kavranabilen idealar evrenidir. Asıl gerçeklik idealar evrenindedir.

Doğadaki tüm görüntülerin ideaların gölgelerinden ibaret olduğunu söyleyen Platon, bunu kolay anlaşılır hale getirmek için meşhur “Mağara Benzetmesi”ni yapmıştır. Mağara benzetmesi şu şekildedir:

Bir yer altı mağarasında yaşayan insanlar düşünün. Sırtları girişe dönük, elleri ve ayaklarından bağlanmışlar; bu yüzden de sadece mağaranın duvarlarını görebiliyorlar. Arkalarında ateş yanıyor ve ateşin önünden çeşitli canlılar gelip geçiyor. Mağaranın duvarlarına da bu canlıların ya da maddelerin titrek gölgeleri düşüyor. Mağaradaki insanların gördüğü tek şey de işte bu “gölge oyunu”.Doğduklarından beri öylece oturuyorlar ve dolayısıyla sadece bu gölgelerle muhatap oluyorlar. Kendileri dışındaki varlıkları bu gölgelerden ibaret sanıyorlar.

İşte Platon’un benzetmesini yaptığı mağaranın karanlığı ve dışarıdaki doğa arasındaki ilişki nasılsa, bizim dünyamızdaki şekillerle, idealar dünyasındaki biçimler öyledir. Etrafımızda gördüğümüz her şey, aslında yalnızca birer gölgedir. Ve insanların birçoğu gölgeler içindeki yaşamından oldukça memnundur. Gölgeleri düşüren bir şey olması gerektiğini düşünmezler bile. Var olan her şeyin gölgelerden ibaret olduğuna inanırlar öyle olunca da gölgeleri gölge olarak algılamazlar. Çevrelerinde bulunan her şeyin gerçekliğinden son derece emin bir şekilde yaşamlarına devam ederler…

16 Mart 2010 Salı

Daniel Clement Dennett


28 Mart 1942-

Amerikali bir filozof olan Daniel Clement Dennett özellikle bilim ve biyoloji felsefesiyle ilgilenmiştir. Halen Merkezi Bilimsel Çalışmalar direktörüdür aynı zamanda Tufts Üniversitesi’nde profesördür.* Bilinç ve beyin konusunda yazdığı kitapları ile de tanınan Daniel C. Dennet, renkler ile ilgili gerçeği şöyle özetler:
Ortak kanıya göre bilim, renkleri fiziksel dünyadan kaldırmış ve yerine sadece renksiz, farklı dalga boylarındaki elektromanyetik ışınları bırakmıştır.
Daniel C Dennett, Brainchildren, Essays on Designing Minds, The MIT Press, Cambridge, 1998, s. 142

Dennet, beyinle ilgili bir kitabında, renklerin meydana gelişi hakkında ise şunları söylemektedir:
Dünyada renk yoktur; renk sadece bakanın gözünde ve beyninde oluşur. Nesneler ışığın farklı dalga boylarını yansıtırlar, ancak bu ışık dalgalarının rengi yoktur.
Daniel C Dennett, Brainchildren, Essays on Designing Minds, s. 142

http://en.wikipedia.org/wiki/Daniel_Dennett

15 Mart 2010 Pazartesi

Bertrand Russell


18 Mayıs 1872 - 2 Şubat 1970 

20. yüzyılın ünlü düşünürü Russell maddeyi his olarak algıladığımızı ve algıların oluşması için aslında maddeye ihtiyacımızın olmadığını şöyle açıklar:
... Parmaklarımızla masaya bastığımız zamanki dokunma duyusuna gelince, bu parmak uçlarındaki elektron ve protonlar üzerinde bir elektrik etkisidir. Modern fiziğe göre, masadaki elektron ve protonların yakınlığından oluşmuştur. Eğer parmak uçlarımızdaki aynı etki, bir başka yolla ortaya çıkmış olsaydı, hiç masa olmamasına rağmen aynı şeyi hissedecektik.
(Bertrand Russell, Rölativitenin Alfabesi, Onur Yayınları, 1974, s.161-162)

14 Mart 2010 Pazar

Michael I. Posner


Michael I. Posner 12.09.1936 –
Marcus E .Raichle

Washington Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Michael Posner nöroloji dalında seçkin bir araştırmacıdır. Posner'a 2009 , Ulusal Bilim Madalyası verilmiştir.

Michael Posner ve yine Washington Üniversitesi'nden nörolog Marcus E .Raichle dışarıda herhangi bir madde olmadan zihnimizde görüntünün oluşabileceğini ve maddenin bir algı olduğunu şöyle açıklamışlardır:

Gözlerinizi açın, bir manzara hiç çaba göstermeden sizin görüntünüzü doldurmaktadır; gözlerinizi kapatın ve o manzarayı düşünün. Bu şekilde o manzaranın bir görüntüsünü çağırabilirsiniz, kesinlikle sizin gözlerinizle gördüğünüz manzara kadar canlı, kesintisiz ya da eksiksiz değildir. Fakat hala manzaranın temel özelliklerine sahip olan niteliktedir. Her iki durumda da manzaranın bir görüntüsü zihinde oluşmaktadır. Gerçek görsel deneyimlerle oluşan görüntü, hayal edilen bir görüntüden ayırt edilebilmesi bakımından "algı" olarak adlandırılmaktadır. Algı retinaya çarpan ve daha sonra beyinde işlemden geçirilecek olan sinyalleri gönderen ışığın ürünü olarak oluşmaktadır. Fakat bu sinyalleri göndermek için hiçbir ışık retinaya çarpmadığında bir görüntüyü nasıl oluşturabilmekteyiz? 
(Michael I. Posner, Marcus E .Raichle, Images of Mind, Scientific American Library, New York 1999, s. 88)

9 Mart 2010 Salı

Hoimar von Ditfurth


15 Ekim 1921 -1 Kasim 1989

Alman gazeteci ve yazar olan Hoimar von Ditfurth 1946'ya kadar Berlin ve Hamburg üniversitelerinde tıp, psikoloji, psikiatri, nöroloji ve felsefe üzerine eğitim gördükten sonra, bilimsel belgeseller hazırlamış bu alanda gazetecilik ve yazarlık yapmış ve 15 üzerinde kitabı yayınlanmıştır..*

Hoimar von Ditfurth bir maddeci olmasında rağmen, maddenin bilimsel gerçekliği hakkında şunları söyler:

"Argümanlarımızın hareket ettirici kolunu nereye yerleştirirsek yerleştirelim, sonuç değişmiyor: Etiyle kemiğiyle karşımızda duran, gözümüzün gördüğü şey, "dünya" değildir, sadece onun imgesidir; bir benzeridir; orjinalle ne kadar örtüştüğü tartışılır bir izdüşümüdür" (Hoimar von Ditfurth, Dinozorların Sessiz Gecesi 4, Kitap, Çev: Veysel Atayman, Alan Yayıncılık, s. 
256)

phy.html

3 Mart 2010 Çarşamba

Peter Russell


Cambridge Üniversitesi matematik ve teorik fizik bölümünden Peter Russell konu hakkında şöyle der:

Ne zaman fiziksel görünüm ayrıntılarını araştırmaya kalksak, hep elimiz boş dönüyoruz. Fiziksel ile ilgili olarak edindiğimiz her fikir yanlış çıkıyor. Maddecilik fikri gözlerimizin önünde buharlaşıp gidiyor. Ama maddesel dünyaya olan inancımız gitgide kökleşiyor – bizim deneyimlerimizle sürekli olarak takviye oluyor – öyle ki, bunların fiziksel bir temeli olması gerektiğine dair zannımıza sıkı sıkıya yapışıyoruz. Dünya'nın tüm evrenin merkezinde olduğu zannından hiçbir zaman şüphe etmeyen ortaçağ astronomları gibi, dış dünyanın fiziksel bir kökeni olduğu zannımızı hiçbir zaman sorgulamıyoruz. Gerçekten de, bunun yanıtının doğruca bize bakıyor olabileceğini fark ettiğimde oldukça şaşırdım. Belki de dışarıda gerçekten de hiçbir şey yok. Yani, hiçbir "şey". Fiziksel görünüm diye bir şey yok. Belki de her şeyin sadece beyinsel bir görünümü var.

Peter Russell, The Primacy of Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/PrimConsc.html


1 Mart 2010 Pazartesi

Rita Carter


"Her bir duyu organı kendine uygun uyarıya cevap verecek şekilde yaratılmıştır. Bu uyarılar ise, moleküller, dalgalar veya titreşimler şeklindedir. Tüm bu çeşitliliklerine rağmen duyu organları temelde aynı görevi görürler: kendilerine özgü uyarıları elektrik sinyallerine dönüştürürler. Bir uyarı ise sadece bir uyarıdır. Kırmızı renk değildir, veya Beethoven'ın Beşinci Senfonisinin ilk notası değildir - sadece bir elektrik enerjisidir. Aslında, bir duyuyu diğerlerinden farklı hale getirmek yerine, duyu organları hepsini benzer hale, yani elektrik sinyallerine dönüştürürler. 
Öyle ise, tüm duyulara ilişkin uyarılar, birbirinden tamamen farksız bir formda beyne elektrik akımları şeklinde girerler ve buradaki sinir hücrelerini uyarırlar. Tüm olan budur. Bu elektrik sinyallerini tekrar ışık dalgalarına veya moleküllere dönüştüren bir geri dönüşüm sistemi yoktur. Bir elektrik akımının görüntüye ve bir diğerinin kokuya dönüşmesi ise, bu elektrik akımının hangi sinir hücrelerini etkilediğine bağlıdır. "

Rita Carter, Mapping The Mind, University of California Press, London,1999,s. 107

23 Şubat 2010 Salı

Platon -Eflatun-

Platon -Eflatun- 
M.Ö. 427-347

Platon Sokrates'in öğrencisidir. Rasyonalist anlayışı daha sistematik bir yapıya dönüştürmüştür. Platon'a göre iki evren vardır: Biri duyumlanabilen varlık evreni, diğeri akıl ve düşünme yoluyla kavranabilen idealar evrenidir. Asıl gerçeklik idealar evrenidir.

Duyular yoluyla kavranabilen evren, idealar evreninin bir görüntüsü, kopyasıdır. İnsan, gerçek bilgiye, idealar evrenini kavrayarak, yani düşünerek varabilir. Duyumlanan evrenin bilgisi yanıltıcıdır ve görelidir. Bu düşünceleriyle Platon, rasyonalizmi idealizmle özdeşleştirmiştir.

İdealar ve duyumlanan evren kavramlarını şöyle düşünebiliriz. Matrix benzeri sanal bir dünya oluşturduğumuzda programa bağlanan kişi kendini bambaşka bir dünyada bulur. Bu yeni dünyada algıladığı herşey işte bahsedilen duyumlanan evrendir. İdealar evreni ise bilgisayardaki yüklenmiş olan programda varolan bilgilerdir.

Burdan anlaşılan gerçek şudur: duyumladığımız evren gerçek değil bir hayaldir. Gerçek varlıklar bambaşka bir boyutta, bambaşka bir varoluş şeklindedirler.

21 Şubat 2010 Pazar

Fred Alan Wolf


3 Aralık 1934 -

Kaliforniya Üniversitesi'nde parçacık fiziği bölümünden Dr. Fred Alan Wolf, dünyada kuantum fiziğinin en önde gelen bilim adamlarındandır.Wolf görünen dünyanın aslında bir hayal olduğunu bizlere şöyle açıklıyor:

Tüm materyalizmin, fiziksel dünyanın, bildiğimiz gerçekliğin, tüm varlığın ötesinde birşey var. Bu geleneksel dualizmi de dışlayacaktır. Ben bunu mistik bir görüş olarak değil, kuantum fiziği olarak görüyorum. Bizim en modern fiziksel dünya anlayışımıza göre, tanımlanamaz bir dünya, mistik bir dünya, "hayali" bir dünya olabilir. Alman fizikçi ve kuantum mekaniğinin önderlerinden Werner Heisenberg'in öne sürdüğü gibi, bilinci fiziğe getirdiğinizde, görüneni oluşturan bakan kişidir. Yani görünen, bakıldığı için oluşur... Ben gerçekliği daha farklı görüyorum. Gerçek, daha çok bir rüya gibidir, ben rüyada bir gerçeklik görüyorum. Hepimizin bir parçası olduğu, bu rüyayı oluşturan bir varlığı veya büyük bir Ruh'un varlığını kabul ediyorum. Ve bu bilimsel açıklamalarla varabileceğimiz bir sonuç.

Robert Lawrence Kuhn, Closer To Truht, Mc Graw-Hill,New York,2000,s.8

Ayrıca atomun yapısını incelediğimizde büyük bir boşlukla kaşılaştığımızı şöyle anlatmıştır:

... bizim yaşadığımız gezegendeki hayatın, evrenin ne kadar boş olduğunu düşündüğümüzde, bir sürpriz olduğunu anlayabiliriz. Aslında, evrenin %99'dan fazlası hiçbir şeydir! Evrenin endişe verici bir hızla genişlemekte olduğunu dikkate alırsak, daha önce hiç olmadığı kadar çok hiçlik meydana gelecektir! Buna bu şekilde bakmak bizde hayranlık uyandırıcı bir saygı oluştururken, atom altı parçacıkların mikrodünyasını dikkate aldığımızda, durum daha da fenalaşır. Deyim yerindeyse, hiçbir şey yoktur.

Fred Alan Wolf, The Spiritual Universe "One Physicist's Vision of Spirit, Soul, Matter and Self", Moment Point Press, 1999, s. 99

8 Şubat 2010 Pazartesi

René Descartes


31 Mart 1596 - 11 Şubat 1650

Descartes rüyalarımızdan yola çıkarak dünyanın gerçekliğini sorgulamış ve maddenin gerçekte olmayabileceğini anlatmıştır.

“Rüyalarımda şunu bunu yaptığımı, şuraya buraya gittiğimi görürüm; uyanınca da hiçbir şey yapmamış, hiçbir yere gitmemiş olduğumu, uslu uslu yatakta yattığımı anlarım. Benim şu anda da rüya görmediğim, hatta bütün hayatımın bir rüya olmadığı güvencesini bana kim verebilir? İşte bütün bunlardan, içinde bulunduğum dünyanın gerçekliği tümü ile şüpheli birşey oluyor.” (Macit Gökberg, Felsefe Tarihi, s.263)

4 Şubat 2010 Perşembe

George Berkeley


1685-1753


Berkeley felsefe tarihinin en büyük isimlerinden biridir. Maddenin sadece algı düzeyinde var olduğunu, bu algıların kaynağının ise Allah olduğunu ispat etmiştir. Bir sözünde şöyle der:

"Duyulur dünya bizim çeşitli duyularımızla algıladığımız dünyadır; duyularla fikirlerden başka hiçbir şey algılanamaz; ve bir fikir ya da fikir anatipi, bir zihin içinde olmaktan başka
hiçbir yerde var olamaz." (1)

Başka bir sözünde ise bu 'fikirlerin'(yani algıların) kaynağını şöyle açıklar:

"Algıladığım şeylerin benim kendi fikirlerim olduğu, ve hiçbir fikrin benim zihnim dışında var olamayacağı besbellidir. Şurasıda yine besbellidir ki,
benim algıladığım fikirler ya da şeyler, gerek kendileri, gerek anatipleri, benim zihnimden bağımsız olarak vardırlar, çünkü onları meydana getirenin ben kendim olmadığımı , 
gözlerimi ya da kulaklarımı açtığımda hangi özel fikrin etkisi altında kalacağımı dilediğim gibi belirlemek gücüne sahip bulunmadığımı biliyorum. 
Şu halde, bu fikirlerin ya da şeylerin başka bir zihinde, iradesiyle onları bana görülür, duyulur kılan bir zihinde var olmaları gerekir." (2)

Berkeley karşısında ise materyalistlerin sözcüsü konumuna gelmiş olan Bertrand Russell 'Felsefenin Problemleri' adlı eserinde Berkeley için şöyle demiştir: 

"…Berkeley, herhangi bir mantıksızlığa düşmeden, maddenin varlığını reddetmenin mümkün olduğunu ve
eğer bizden bağımsız olarak bir şey mevcut olsa bile duyularımız tarafından algılanamayacağını, ispatlama onuruna sahiptir."

(1) Hylas İle Philonous Arasında Üç Konuşma, s.67
(2) Hylas İle Philonous Arasında Üç Konuşma, s.70